27 Ekim 2009 Salı

BOĞAZİÇİ'Nİ HATIRLATAN MANZARA...

6 Nisan 1947 Pazar

Öğleye kadar otelden çıkmadım. Bugün Easter.(*) Bütün hanımlar çiçekli, süslü şapkalar giymişler. Otelin lokantası tıklım tıklım dolu. Hususi Easter yemeği yapmışlar. Yemekten sonra Kavadar’a gittik. Otomobiliyle bizi Mount Varnon’a götürdü. Washington’un 50 mil kadar cenubunda Patomac üzerinde. Washington’un ikametgahı. Hihg Way sayısz otomobille dolu idi. Buralarda Patomac, Boğaziçi kadar genişliyor.

Asıl büyük bina ile diğer küçük binaları eski halleri ile aynen bırakmışlar. En ziyade mobilyalar hoşuma gitti. Bir buçuk asır evvel bile Amerikalıların zevkleri oldukça ileri imiş. Patomac üzerine nazır olan park harikulade güzeldi. Boğaziçi’ni imar edilen haliyle hatırlatan bir manzara. Yine aynı kalabalık yollardan döndük. Akşam yemeğinde Hadika hanım bizi alıkoydu. Güzel yemekler yapmış, bize börek hazırlamış. Bugün hava hakiki bir bahar günü kadar güzeldi.

(*) Paskalya Günü



8 Ağustos 2009 Cumartesi

KIZLARIMIN EL ÇIRPMALARINI BİR GÖRSEYDİM


4 Nisan 1947 Cuma

Sabahleyin otelin civarındaki yarı sayfiye halindeki kısmı gezdim. Şayan-ı hayret derecede güzel villalar, ekserisi kırmızı tuğla, önleri çimen, büyük ağaçlar, arkaları orman. Velhasıl şairane bir yer. Asfalt caddelerin üzeri otomobillerle dolu. Buna rağmen kara kuyruklu sincaplar, bahçeden bahçeye, ağaçtan ağaca seyirtiyorlar. Yazın daha fazla olurlarmış. Çocukların eğlenceleri imiş.

Bugün aşılara başladık. Aşıdan sonra İsmail’e fenalık geldi. Bakalım bu çocukla halimiz ne olacak?

Akşam Casino Royal denen bir yere gittik. Tam Amerikan karakterinde bir yer. Amerikanvari dans eden çiftlerin hali görülecek şeydi. Bermutat, show oldukça zengin ve güzel idi.

Kalabalık dolayısıyla otelde odamızı değiştirmek lazım geldi. İkimiz bir odaya girdik.

5 Nisan 1947 Cumartesi

Dün otelde kalabalık ziyadeleşti. Odamızı değiştirmek zorunda kaldık. İkinci katta, iki yataklı bir odaya taşındık. Sabah geç kalktım ve otelden çıkmadım. Öğleden sonra İsmailllerle birlikte Lunapark’a gittik. Akşam yemeğinden sonra da çıkmadım.

Lunaparkta bir sürü ufak çocuklar atlı karıncada ve sair binbir türlü oyunlarla eğleniyorlardı. Onları gördükçe benim kızlar mütamediyen gözümün önüne geliyorlardı. Ben de onlarla beraber bir eğlence yerinde olabilirdim. Onların kahkahalarını, el çırpmalarını zıplamalarını görseydim.


8 KATLI AMA ŞEHİR KADAR BÜYÜK OTEL

27 Mart 1947 Perşembe

Bütün gün resmi işlerle geçti. Öğleden sonra bir aralık Büyükelçi kabul etti.

Akşam yemeğini otelde yedik. Öğle yemeği için USEE erkanını otele davet etmiştik.

28 Mart 1947 Cuma

Öğle yemeğini Kavadar’la otelde yedik. Saat 17.30’da Amerika Hariciye Müsteşarı Cocktail Party verdi.

Bir aralık yukarı katlara çıkarak bütün binayı gezdik.

29 Mart 1947 Cumartesi

Sabahleyin çalıştım. Öğleden sonra Hadika hanımla çarşıya çıktık. Akşam yemeğini İsmailllerle Ballalaika’da yedik. Variete, dans….

30 Mart 1947 Pazar

Öğleye kadar otelden çıkmadım. Öğleden sonra Washington Monument(*)’e çıktık.

(*) Anıt

31 Mart 1947 Pazartesi

Sabahleyin Celile hanımla biraz çarşıda dolaştık. Öğle üzeri Nazif Bey geriye dönmesi için telgraf aldı. Gelen talimat sarih değil. Planlarımız altüst oldu. Telgraf çektim, cevabını bekleyeceğim.

1 Nisan 1947 Salı

Büyükelçi bizi Sefarethane’de öğle yemeğine davet etti.

Kavadar’a bizimle beraber Japonya’ya gitmesi için telgraf geldi. Şahsen çok memnu n oldum. Fakat Kavadar rahatsızlığından bahisle nazlanıyor. Kandırmaya çalışıyorum.

2 Nisan 1947 Çarşamba

Bir şey yapmadan bekiyoruz. Kavadar yarın doktora görünecek.

3 Nisan 1947 Perşembe

Kavadar bizimle gelmeye karar verdi.

Şehirde epeyce dolaştık. Akşam tekrar Cario Club’a gittik.

Washington’da kaldığımız Wardman Park Hotel çok muazzam bir bina. Yüksekliği yalnız 8 kat. Fakat bir şehir kadar büyük. Ragıp’la beraber işgal ettiğimiz iki odanın planı şöyle:




PİSİM BURADA OLSA İDİ

NE GÜZEL EĞLENİRDİK


24 Mart 1947 Pazartesi

Bugün 9’da otelin holünde Nazif beylerle buluşup 10.30 trenine yetişmek üzere yola çıkacaktık. Nazif Bey’in son dakikada bir sürü işler çıkarması yüzünden otelden 10’a doğru ayrılabildik ve tabii treni kaçırdık. 11.30 trenine kaldık. New York garının hususiyeti tren namına bir şey görünmemesi. İnsan yaklaştıkça kendi kendine açılan manyetik kapılar hayretimizi mucip oldu. Asansörle veya döner merdivenle aşağı inildikten sonra insan kendisini trenlerin yanında buluyor. Pulman’la seyahatimiz çok rahat geçti.

15.30’da Washington’da idik. Otele gelmemiz saat 16.30’u buldu. İsmail Kavadar gelip bizi otelde buldu. Yemeği beraber yedik.

25 Mart 1947 Salı

Sabah USEE’ye gittik. Gündüz resmi işlerle geçti. Akşam İsmaillerle birlikte Shor Rama Otelinin lokantasında yedik. Variete (*)ve dans.

26 Mart 1947 Çarşamba

Öğleden evvel resmi işler. Öğleden sonra İsmaille çarşıya çıktık.

Akşam yemeğini Cafe Parisienne’de yedik. Gece Burlesque(**)’e gidecektik. Fakat kapalı imiş. New York’takiler esasen kapanmış. Talihimize buradaki dame burlesque de kapalı. Şu halde Amerika’nın bu hususiyetini görmek mümkün olamayacak.

Capitol sinemasına gittik. Variete çok güzeldi. Evlendiğimizin beşinci senei devriyesi pisim, burada olsa idi ne güzel eğlenirdik.

(*) Farklı sanat çeşitlerinden oluşan gösteri.

(**)Sanat alanında ve özellikle edebiyatta rastlanan, komikliğe dayanan bir tür.

4 Şubat 2009 Çarşamba

AMERİKA'NIN KEŞFİ VE

NEW YORK'TA IŞIK SELİ

20 Mart 1947 Perşembe-devam ediyor


İrlanda’dan ayrılalı 8 saat oldu. Gayet güzel bir havada, hiç sarsılmadan, bir tren seyahatinden daha rahat Atlantiği aşmış gibiyiz. Uçağın normal olarak New Foundland’e uğraması lazım olduğu halde bu müsait şartlar dolayısıyla pilot doğru New York’a yola devam etmeye karar verdi. Şu anda altımızda bulutlar olmasa belki Amerika kıtasının ilk karaları gözükecek.
İstanbul ayarını değiştiremediğim saate bakıyorum, 9.30’u gösteriyor. Halbuki güneş tepemizde. Amerikan ayarıyla şimdi 2.30. Halbuki şu anda Sema yatmıştır, mışıl mışıl uyuyordur. Sevgili pisim de kim bilir ne yapıyordur? Fakat ne yaparsa yapsın, o da benim gibi sevgili pisiciğini düşünüyordur.

Perşembe-devam…

Bizim saat 23.00’ü gösteriyor. Gökyüzünde güneş parlıyor. Bura saatiyle 16.00. Güneşi kovalıyoruz.
Bir aralık pencereden baktım ve ‘Amerika!’ diye bağırmışım. Kristoph Colomb gibi! Aşağıda Terra Neuve- New Foundland arazisi. Birkaç dakikada iyice içerlere doğru girdik. Toprak hemen denizle bir seviyede çorak halı. Hadsiz hesapsız ufacık göllerle delik deşik olmuş. Öyle ki insan ayağı ile yürüyerek mesafe kat etmeye imkan olamaz. Göller tamamiyle buz halinde. Yukarıdan bakınca garip bir manzara arz ediyor. Bir nevi kutup manzarası. Verilen sefer raporuna nazaran dışarıda derece -7. Halbuki içeride ceketsiz bile oturulabilir. Uçak aynı surette (saat 240 mil) yoluna devam ediyor.

Perşembe-gece

Saat 9’a doğru altımızda bir ışık deryası peyda oldu. Gökyüzünden beyaz kırmızı yeşil velhasıl rengarenk bütün ışıklarını bir araya getirseler New York’un ışıkları yanında sönük kalır.
Tam 9’da La Guardia meydanına indik. Geleceğimizden malumatı olan ve tayyarenin gecikmesinden endişe duymaları icap eden vatandaşlarımızdan eser yok. Ankara’dan tanıdığımız bir Amerikan firmasının mümessili bizi karşıladı. Birkaç yer dolaştıktan sonra bize Bretton Hall Oteli’nde yer buldu.
İlk işim yıkanıp yatmak olacak. Mamafih 14 saat fasılasız devam eden Shannon-New York yolculuğundan katiyen bir yorgunluk hissetmiyorum. Herhangi bir tren yolculuğunda aynı derecede yorulabilirdim.
New York hakkındaki ilk intibaım, henüz gündüz gözü ile görmemiş olmakla beraber az çok tahmin ettiğim gibi.
Yalnız her taraftan çılgınca akan ışık seli hakikaten tarif edilir gibi değil. Lisan bilse idim, bir de elimde şehrin planı bulunsa idi kendi memleketimde gibi dolaşabilirdim. Beni en fazla üzen istediğim gibi konuşamamak. Bununla beraber yine büsbütün dilsiz sayılmam. Yarım buçuk İngilizcemle bir şeyler beceriyorum. Arkadaşım Ragıp Bey bana güveniyor. Ona da tercümanlık yapıyorum.
New York’ta ilk kaldığımız otel Broadway’de, Bretton Hall. Ragıp Bey’le beraber işgal ettiğimiz dairenin planı…
Pazar gecesi…

Üç günden beri New York’tayız. İnsan alıştıkça, her şeyi tabii görmeye başlıyor. Esasen bugünler de o kadar dolu geçti ki.
Cuma günü kısmen ziyaretlerle geçti. Kısmen şehrin kalabalık yerlerini gezdik. Gece Paramount’a gittik.
Cumartesi Irwing Trust Bankası’nda meşgul olduk. Öğleden sonrayı yine şehri gezmeye tahsis ettik. Science Museum’u gezdik.

Akşam yemeğini Broadway'de bir variete'li ve danslı lokantada yedik.
Pazar günü yine şehri dolaştık. Roxy'ye gittik. Bu ufak temaslar insanı yavaş yavaş New York'a alıştırıyor.

27 Ocak 2009 Salı

ATLANTİK’İN ÜZERİNDEYKEN ARTIK ARZIN DEĞİL, GÜNEŞİN ÇOCUKLARIYIZ


20 Mart 1947 Perşembe

Bundan evvelki sahifeleri şimdi uçtuğumuz yerlerde yazmıştım. Şimdi aşağı yukarı aynı yerlerde uçarken devam edeceğim.
Dün gece Shannon’dan ayrıldıktan bir saat kadar sonra Steward(*) geldi, “Shannon’a geri dönüyoruz” dedi. Meğer motorlardan biri yağ kaçırmaya başlamış, tehlikeli olabilirmiş. Bir müddet sonra yalnız iki motorumuz çalışıyordu. Diğerlerini durdurdular. Biz de bu sayede biraz başımızı dinledik. Zira tayyare yolculuğunun en çekilmez tarafı şu motor gürültüsü, bir de daimi ihtizaz. Her ne ise, gece saat 2’de tekrar Shannon’da idik. “Birkaç saate kadar tamir biter, bekleyin” dediler. Fakat tamirin uzun süreceği anlaşılınca bizi otele götürmeye karar verdiler. Otel oldukça uzakta imiş. İlk evvela yolculardan bir parti gitti. Nazif Bey, Ragıp Bey, ben ve Demiryollarından Amerika’ya giden iki zat kaldı. Yani altı kişi. Derken bir otomobil daha geldi, beş kişilikmiş. Bu işleri idare eden stewardness bana, “Siz beş dakika daha bekleseniz bir otomobil daha gelecek” dedi. Muhakkak ben de beraber gideceğim diye ısrar edilmez ya. Fakat bu suretle aramızda yegâne İngilizce bilen Nazif Bey’den ayrılmış oldum. Derken üçüncü otomobil gelince biz de tayyarenin kaptan ve pilotları ile ona bindik.

Yarım saat uzakta bir otele geldik. Oldukça lüks ve büyük bir yer. Fakat defterde bizim arkadaşların isimlerini göremeyince onların başka otele gittiklerini anladım. Öyle uykum vardı ki (24 saatten beri uyumamıştım) hemen yatıp uyudum. Ertesi sabah kapıdan başını uzatan hizmetli kadın uyandırdı. İrlanda şivesiyle söylediği birçok kalabalık şeyi anlamadım, benim lafımdan o anlamadı, gitti. Kalktım, giyindim, tıraş oldum. O da hakikaten eski usulde eşyalarla güzel döşenmiş. Bina da bir hayli büyük. Aşağı indim. Yarım buçuk İngilizcem yardımıyla nihayet anlaştık. Meğer diğer bütün yolcular başka otelde imişler. Burada ben yalnızmışım. Biraz sonra, yani 12’ye doğru otomobille tekrar meydana geldim. Bizimkiler daha yok. Pilotlarla oturup kahvaltı ettik. Ne ise, neden sonra bizimkiler de geldi. Meğer onları da otomobille bir buçuk saat mesafede başka otele götürmüşler. Bu suretle İngiltere’de yalnız başına kalmanın ve yarı buçuk İngilizce ile işin içinden çıkmanın ilk tecrübesini yapmış oldum. İngilizce bilse idim çok enteresan şeyler öğrenebilirdim. Kaldığım otel, eski usul yapısı, güzel çayırı, muazzam çam ağaçları ile eski bir şatoyu andırıyordu.
Shannon meydanı şayanı hayret bir yer. Bir saat içinde 3-4 Clipper geldi, bir o kadarı da havalandı. Nihayet bizimki de tamir oldu, bindirdiler, saat 13.15’te biz de havalandık. Şimdi, dün akşam bıraktığımız yerden yine garbe doğru devam ediyoruz. 28 saatte New York’a varamadık fakat Atlantik’i gündüz gözü ile geçmek daha zevkli. Hem okyanusun dibine gitmektense bir gün geç kalmak elbette tercih edilir. Uçak yine 4000 metrede, altımızda ta ufuklara kadar yığın yığın kar gibi top top bulutlar. Bunlar bazen koca mantarlar gibi başlarını yukarılara kaldırıyorlar. Suyun altında hafifçe sallanan denizaltı nebatları gibi esrarlı şekiller alıyorlar. Bazen seyrekleşiyorlar ve daha aşağılarda kalan okyanusu bize gösteriyorlar. Köpükler saçan hiddetiyle insanları titreten okyanus, munis, sakin, aciz serilmiş yatıyor. Bulutların gölgeleriyle yer yer lekelenmiş. Hafif dalgalarla sırtı kırışmış. Muazzam bir sütlaç tabağını andırıyor.
Yukarıda bizim üzerimizde uçsuz bucaksız, maî feza ve kocaman güneş, gözleri kamaştıran bir aydınlık var.
Biz şu dakika arzın değil, güneşin çocuklarıyız. Ve onun seyrini takip ederek garbe doğru uçuyoruz. Bu sabah altıda başlayan gündüz, akşam altıda nihayet bulacak. Fakat güneşten kazanacağımız altı saati de eklersek günümüz tam 18 saat devam edecek. Bu sayede Amerika kıtasına da yine gündüz gözü ile varmış olacağız.
Yolumuz açık olsun.
(*)Erkek hostes

26 Ocak 2009 Pazartesi

HİNTLİ KADIN, İNGİLİZ BEBEK, MAVİLİ HOSTES...




19 Mart 1947 Çarşamba



İngiliz saatiyle 12’ye çeyrek var. Biraz evvel serbest İrlanda’nın garbindeki Shannon meydanından havalandık. Atlantik okyanusunun üzerinden garba doğru gidiyoruz.
Daha bu sabah Kadıköyü’ndeki evde saat altıda yataktan kalktım. Tıraş ve kahvaltıdan sonra 7.15 vapuruna zor yetiştim. PAN AMERICAN WORLD AIRWAYS şirketinin uçağı Yeşilköy’den tam saat 10’da havalandı. İşte bizi 12 saatte Marmara kıyılarından, okyanusun üzerinden getiren sihirli seccade ile ilk tanışmamız.

Yeşilköy’de bizi geçirenler oldukça kalabalıktı. Bu meydanda birkaç gazeteci, Nazif İNAN, Ragıp SİPAHİ ve benim bir arada resimlerimizi aldılar, vedalaştık ve tayyareye bindik. Tayyare dışarıdan ters dönmüş bir köpek balığını andırıyor. Merdivenleri çıkıp kuyruk tarafından içeri girince büyük bir otobüsün içini andıran, aerodinamik, ince uzun bir salon… Her iki tarafta ikişerden iki sıra koltuklar. Topyekün 43 kişilik yer var.

Sonradan öğrendiğim veçhile; biraz hareket etmek istedin mi kenardaki bir manivelayı çekerek arkalıkları geriye doğru devirmek mümkün. O vakit önde oturanın başı, arkadakinin bacakları üzerine geliyor.
Havalarda bundan fazla konfor aramak da doğru mu?

En arkada, kuyruğa yakın yerde kabinler ve musluk var. Her ne ise, 30 kadar yolcu ile saat 10’da Yeşilköyünden hareket ettik. Kısa bir zamanda yüksek bir irtifaa çıktık. Etrafımıza bakmaya vakit bulamadan kendimizi Trakya’nın çamlı sahillerinin üzerinde bulduk. Bu sahili takip ederek Yunanistan’a doğru yol almaya başladık. Clipper’ın personeli çok nazik. İçlerinde bir de stewardess(*) var. Açık mavi ince kumaştan bir tayyör giymiş. Yolcular arasında Amerika’nın Ankara Büyükelçisi Mr. Wilson var. En fazla dikkati çeken Hindistan’dan Amerika’ya seyahat eden Hintli bir kadın. Tam önümdeki koltukta oturuyor. Ayaklarında sandallar, üzerinde Hint kıyafeti, yaşı da az geçkince. Bir aralık elini başının üstünden koltuğun arkalığına dayadı. Küçük bir el, fakat bir çikolata kâsesine batırıp çıkarmış gibi!
Tabii bütün vücudu aynı renkte. Bunu görmek zor olmuyor zira üzerindeki şalını ve acayip elbiselerini olur olmaz vesilelerle havalandırıyor. O vakit görüntüsü insana zevk vermeyen bazı yerleri ister istemez insanın önüne seriliyor. Gemimizin en yaşlı yolcusu 70’ini geçmiş bir İngiliz. En genci de 14 aylık sarışın bir kız çocuğu. Annesinin kucağında uslu uslu uyuyor. Hindistan’dan Londra’ya giden bir aile. Asıl şayanı hayret olan şey, seyahat esnasında bu en ihtiyar ve en genç yolcunun ikisi de hiçbir şekilde rahatsız olmadı.
Nazif Bey, bira ara Hintli hanıma takıldı. “Bütün Hintlilerin dişleri böyle beyaz mı olur?” dedi. Hintli hanım da “Bütün Türklerin tebessümü bu kadar tatlı mıdır?” diye mukabele etti.
Bu esnada uçak 4000 metre kadar irtifada garbe doğru yoluna ediyordu.
E…(okunmuyor) dağları açıldı, Korfu adası bir anda geride kaldı. İtalya’nın cenubu geçildi. Bir aralık stewardess uzakta bir nokta gösterdi. Vesuvio (**)… Biraz sonra Korsika’ya doğru denize açıldık.
Saat 2, öğle yemeği. Yemek yerken yolculuğun ilk sallantılarını da tattık. Fransa topraklarına girdik. Şimale doğru yol alıyoruz. Aşağıda şehirler, nehirler, ekilmiş topraklar, korular birbirini takip ediyor. Bir masanın üzerine serilmiş tafsilatlı bir haritayı tetkik eder gibiyiz. Bir sinema seansı kadar vakit geçmeden uçağın içinde bir hareket oldu. Herkes pencereye üşüştü. Paris’in üzerinden uçuyorduk. Bulutların arasında ve bu kadar yüksekten koca şehri görmek ne kadar tuhaf oluyor. Yerleri tayin etmek kolay değil. Etoil’i fark eder gibi oluyorum. Fakat akabinde kanadın altında gözden kayboluyor ve bir müddet sonra da bir bulut deryasının üstünde yüzüyoruz. Akşam 19’da yağmurlu bir havada Londra’nın (Heathrow) meydanına iniyoruz. Meydanda güler yüzlü, üniformalı İngiliz kızları, servis yapıyorlar. Sanki yolculara hoş vakit geçirtmek için emir almışlar.
Bizim Fikri Diker meydana geldi, biraz konuştuk. Saat 20.45’te, yahut İngiliz saati ile 19.45’te tekrar havalandık. Londra’da inenlerin yerine kimse binmedi. Amerika için 15 yolcu kaldık. Londra’dan aklımda kalan güzel yapılı, şirin, bahçeli banliyö evleri. Bir buçuk saat sonra İrlanda’nın garbinde Shannon hava meydanındayız. Akşam yemeğini meydanın lokantasında, Amerikan Sefiri ile beraber yedik. Bir İrlandalı gazeteci resmimizi çekti. IRE TIMES gazetesi içinmiş.
(*) Hostes
(**)Vezüv yanardağı